11 Mayıs 2020 Pazartesi

Yeni Hayat / Orhan Pamuk






Yazar: Orhan Pamuk

1. Basım: Ekim 1994

Tür: Roman

Eğitim: Liseyi Robert Kolej'de bitirdi, İTÜ'de üç yıl mimarlık okudu, 1976'da İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirdi. 


 

Postmodern bir roman… Kitabın kahramanı Osman kendi içsel yolculuğuna bir kitapla tanışarak ve o kitabı kendisiyle tanıştıran Canan’a aşık olup bu içsel yolculuğuna iyice kendini vererek kendi bireyselliğini keşfetmeye çalışır. Sonunun ne olacağı belirsizliği kitabın bütün satırlarında hissedilir. Zaten otobüs yolculuklarının anlatımlarıyla geçen romanda zaman ve mekan değişkendir, ne zaman Osman buraya gidip de iklim değişti bile dedirtecek anlar vardır. Romanın dili akar gider fakat o soyutla somut arasındaki geçişler sizi zorlamaya başlar. Şimdi bu okuduklarım gerçek miydi düş müydü düşünce miydi diye aklınızı kurcalar.

Ruhsal, düşünsel yolculuğu zor bir kitap olduğu halde bırakamıyorsunuz okumayı, devam etmek istiyorsunuz. Kitabın sonunda kitabın ana karakteri olan Osman’ın bu yolculuğun sonunda nereye ulaştığını da görmek istiyorsunuz.

“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” cümlesiyle başlıyor kitap ve okuyucuya hemen bu nasıl bir kitap ki insanın okuyunca hayatını değiştirebiliyor merakını veriyor. Kitabın ana karakteri Osman bir üniversite öğrencisidir ve Canan sayesinde bir kitapla tanışır, bu arada O’na aşık olur, birden Canan’la sevgilisinin ortadan kaybolduğunu farkederek kitabın da sunduğu düşüncelerle bir arayışa, keşfedişe geçer ve bunu otobüs yolculuklarıyla yapar. Bu yolculuklardan önce Osman kitabı baştan sona sık sık okur, bir ışık yakalar ve yolculuklarını İstanbul’dan Doğu’ya doğru yapmaya başlar. Bu yolculuklar esnasında Canan’ı bulur ve yolculuklarına O’nunla devam eder. Bir gün gittikleri bir kasabada tüm kırık kalpli bayiilerin katıldığı bir toplantıda bulunurlar. Bunun sonrasında Doktor Narin’le tanışır, O’nun Büyük bir Kumpas’a karşı nasıl mücadele verdiğini öğrenirler. Babası milletvekili olan Narin’e doktor lakabı arkadaşları tarafından verilmiştir ve kendisi avukattır. Dr. Narin eşyaların aralarında fısıldaşıp, aralarında bir ahenk kurup dünyayı oluşturduğuna ve onların benzersiz olduğuna inanır. Babasının ölümünden sonra kendisine kalan topraklarla dilediği gibi yaşar ve kasabada Anadolu’da üretilen malları getirtip sattığı dükkanını açar. O’nun için insanların temel ihtiyaçlarının insanca karşılandığı o yıllar en güzel ve mutlu yıllardır. Aslında burada Doğu-Batı sorunsalına değinilmiş, Batılılaşmanın yarattığı olumsuzluklara dokunulmuş, yaşamın fast- footlaşmasına da türlü marka adlarıyla (Coco cola, pepsi) karşı konulmaya çalışılmıştır. Doktor Narin ve O’na bağlı olan tüm kalbi kırık bayiiler bu kitabı yazanların veya onu okutmayanlara çalışanların insanları Batılılaşmanın yapaylığına ittiğini düşünmektedirler. Aslında Türkiye’nin modernleşmesine yapılan bir eleştiri mevcuttur bu satırlarda. Doktor Narin’in oğlu Nahit 3 kızdan sonra dünyaya gelmiştir ve çok zekidir, dürüsttür, yakışıklıdır, büyüklerine saygı duyar ve bir gün babasına karşı çıkar çünkü o kitabı okur. Bir daha babasını görmek istemediğini, kaybolmak istediğini yazar. Doktor Narin bunun Büyük Kumpas yüzünden olduğunu düşünür. Kasabasına bir çok bayilik gelir, Aygaz, Mis, AEG. O da bu nesnelerden dükkanına koyar fakat bu nesnelerin yanında atalarının eşyalarının huzurlarını kaybettiğini düşünür ve yeni nesneleri kaldırır müşteri kaybetmesine rağmen. Bu eşyalarla birlikte Büyük Kumpas’a karşıdır. Ülkesinden ve belki İran’dan, Suriye’den, Balkanlar’dan başka hala eşyalara bağlı, mutsuz, üzgün, eskiyi özleyen bayiler de vardır. Birlikte kırık kalpli bayiler teşkilatını kurarlar. Doktor Narin bu dostlarından onları gerçek kılan o eşyalarını, o hakiki şeylerini (ince belli çay bardaklarını, yorganları, boyazsız sabunları,sarkaçlı saatleri) dükkanlarında, yasaklanırsa evlerinde, yeraltlarında saklamalarını ister. Tam o sırada oğlu mektubunda “Beni arama, ben yok oluyorum” diye yazar. Doktor Narin’e göre Büyük Kumpasçılar oğlunu yazıyla, kitapla ele geçirmiştir çünkü O’nun fikirleriyle, dükkanıyla ve zevkiyle başedemeyeceklerini anlamışlardır. Oğlunun peşine adamlar taktırıp, raporlar tutturur ve bu raporlardan onların ruhunu yok etmek, hafızasını silmek isteyen Büyük Kumpasçılardan emin olur. Doktor Narin’e göre matbaadan çıkan bütün kitaplar zamanının ve hayatının düşmanıdır. Dr. Narin yapılan toplantıda Ali (Osman) gibi bir gencin bu toplantıda kazanılmasının da bir şans olmadığını hisseder. Osman’ın bu toplantıya kararlılıkla ve istekle geldiğini görür. Oğlunun yerine geçmesini ister. Devletle ilişkileri olduğunu, maddi gücünün kuvvetli olduğunu söyler. Bu mirası sahipsiz bırakmak istemediğini söyler Osman’a.  Dr. Narin Büyük Kumpas’a karşı başarılı olursa yeni bir devlet kuracaktır. Doktor Narin’in saat markası adı verip, örgütlediği casuslar bürokrasisinin adamlarındandır ve onların dört bir koldan Mehmet’i yani Nahit’i takip etmelerini ister. Bu takiplerden birçok rapor tutulur ve Osman bu raporların hepsini okur. Bu takipler esnasında Mehmet’in bir kitaba çok daldığı, yurttan bile çıkmadığı, kendine bakmadığı görülür. Okuduğu kitap piyasada 150-200 tanedir ve daha sonra gençleri olumsuz etkilediğinden ötürü savcılık tarafından toplatılmış. Bir gün Mehmet’in Haydarpaşa’daki Devlet Demiryolları Personel Müdürlüğü’ne gidip oradaki bir emekli memur hakkında bilgi edinmek istediği ortaya çıkar. Hatta bir akşam Mehmet’in Osman’ın mahallesine gelip bir evin ikinci kat penceresine baktığını okur. Ertesi gün ise Rıfkı Amca ile beş dakikalığına buluşur. Bu buluşmadan sonra Mehmet bir buhrana girer. İkinci kere bir daha buluşurlar. Otururlar, konuşurlar. Mehmet bu buluşmadan sonra kitabın diğer nüshalarını bulmaya çalışır ve insanlara dağıtır. Osman bu raporların arasında Erenköy’deki cinayet haberini görür. Devlet Demiryolları emekli başmüfettişi Rıfkı Hat kurşunlanarak öldürülmüştür. Dr. Narin’in bir ajanı Rıfkı Hat’ın kitabın yazarı olduğunu belirtir ama yazar kitabın yazarı olarak adını geçirmez. Hatta kitap toplatıldığı zaman, Rıfkı Hat buna hiç karşı çıkmaz. Mehmet bu ölüm haberine çok üzülür ve bunalıma girer, kederini hafifletmenin yolunu otobüslerde bulur. Sadece otobüsle bir yerlere gider. Bir ajan bir gün trafik kazasında Nahit’in öldüğünü öğrenir. Ceset tanınmayacak haldedir ama kimliğini görür. Osman belki bir ruh kardeşine rastlayabilme ümidiyle sayfaları çevirir ve gazete kesiklerinden kitaptan ilham almış beş kişinin Dr. Narin’in ajanları tarafından öldürüldüğünü anlar. Osman raporları daha da okumaya devam eder ve öğrendiklerini maddeler. Mehmet, Nahit olarak hayatının bitmesinden sonra, yeni kimlik edinmiş ve yeni hayata başlamış fakat ajan ve babası dahil kimse bunu farketmemiştir. Mehmet’i vuranın Seiko isimli ajan olduğunu düşünür. Seiko Osman’ı Mehmet’le Canan’ın avı olarak görmüştür. Canan kitapla bir şey yapmak istemiş ve kitabı başkasına vermeye karar vermişlerdir. Bir kurguyla Osman’a kitabı aldırtıp okutmuşlardır. Bu raporları okuduktan sonra Dr. Narin Osman’a bir tane silah verir. Canan’ın odasına gider ve ateşli, olduğunu farkeder. Hala O’nu istemektedir. Ertesi sabah doktor gelir ve neredeyse zafiyet geçirdiğini kocası olarak bildiği Osman’a söyler. Ağır ilaçlar verir Canan’a. Kızlardan ve anneden eşine bakmalarını ister ve beş gün sonra geri döneceğini onlara söyler. Uzun bir süre bir yerden bir yerlere otobüsle gider, Mehmet’i arar, bayilere uğrar, o kitabı okumuş ihbarları değerlendirir, o insanların yanına gider, gittikten sonra gözlemlerini ihbar eden bayilerle paylaşır. En sonunda Osman, Nihat’ı yani Mehmet’i Osman adıyla Viranbağ kasabasında bulur. O’nunla konuşur, çay içer, tüm sorularını sorar. Kitabı düzenli olarak el yazması olarak yazdığını ve bunu isteyen insanlara geçinmek için verdiğini öğrenir. Yine gider, O’nunla konuşur, tren istasyonuna kendinini bıraktırır fakat arka vagondan iner, Mehmet’i takip eder, sinemaya girdiğini görüp O da oraya girer ve silahla O’nu öldürür. Sonra İstanbul’a döner, Canan’a uğrar fakat O’nu hiçbir yerde bulamaz. Zaman geçer, kendi de mahallesinden bir kızla evlenir, çocuğu olur hatta bir gün Canan’ın da bir doktorla evlendiğini öğrenir. Çok kitap okur, kendini salmaz. Bir gün Rıfkı Amca’nın evine gider, karısıyla konuşur ve yaklaşık 33 kitap getirir O’nun evinden. Tekrar otobüs yolculuklarına başlar fakat tam huzuru bulmuş ve mutluluğu hissetmişken otobüsün ön koltuğuna oturur, otobüs kaza geçirir, işte o an, ölmek üzereyken meleği görür. O an hiç mi hiç ölmek istemediğini söyler.

Osman Mehmet’le aynı yollardan geçmiştir ve kitabın sonunda Osman Mehmet’i Nahit adıyla değil de Osman adıyla bulması aslında belki de kendisini bulmak olarak anlaşılabilir. Osman kitabı tesadüfen keşfediyor, daha fazla keşfe yelken açıyor fakat keşfin bir kurgu olduğunu kitabın sonunda hepimiz anlıyoruz. Burada yaşamın döngüselliği hissettirilmeye çalışılmış. Evet otobüs yolculukları gibi hayatımızda da bir dolu yollardan geçiyoruz, kazalar geçiriyoruz ya da geçirmiyoruz, belki de kazalardan tesadüfen kurtuluyoruz ya da kurtulamayıp ecele teslim oluyoruz. Aslında tıpkı hayat gibi. Bir ölüm kalım meselesi var. Bazen karakterlerin gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu düşünüyoruz. Osman’ın Canan’a çok aşık olmasıyla Canan’ın aşık olduğu Mehmet’e karşı Osman’ın duyduğu nefret tam bir tezatlık teşkil ediyor. Çiftli kavramların en uçları insanı düşündürtüyor çünkü hepimiz bu gelgitlerde bulunuyoruz yaşarken. Bir yandan da bu kadar çaba, yolculuk, isteklerimizi ele geçirme mücadelesi derken olan yine oluyor istesek de istemesek de. Osman da Canan için çok çabalıyor, uğraşıyor hatta düzenini artık kurabileceği bir yer buluyor ve hatta Mehmet’i öldürüyor. Rüyasını gerçekleştirmek için herşeyi yapıyor ama Canan yine O’nun olmuyor, herşey olacağına varıyor. Kadere karşı bir çıkışın da hiçbir işe yaramadığını aslında üzülerek okuyoruz.

Benim anladıklarım, özümsediklerim, etkilendiğim noktalar şimdilik bunlarla sınırlı. Bu kitabı okurken kitabın beni neden rahat bırakmadığını azıcık daha derinlemesine düşününce anlıyorum. Hayatımızı anlatıyor bize, benliğimizi arayışımızın ne kadar zor olduğunu, o arayışta her anlamın içine sıkışabilen Aşk’ın ne kadar önemli olduğunu, o Aşk’la kendimizi bulabildiğimizi, O’nu bulup O’ndan emin olduktan sonra huzurlu mutluluğa erişebileceğimizi… Zamana zaman da kitabın düşüncelerimi yoklamaya devam edeceğini düşünüyorum.





Beni etkileyen satırlar:



Sayfa 104:

"Allah'ın üflemesiyle birlikte aleme ruhla birlikte Adem'in gözü de değdi. O zaman cilasız aynada olduğu gibi değil, alemde oldukları gibi, evet, tam da çocukların göreceği gibi gördük şeyleri. Gördüğünü adlandıran, adıyla da gördüğü şeyi bir tutan biz çocuklar o zamanlar ne şendik! O zamanlar zaman zamandı, kaza kaza, hayat da hayat. Bu mutluluktu ve şeytanı mutsuz etti ve o da şeytandır, Büyük Kumpas'ı başlattı. Bir adam Büyük Kumpas'ın piyonu, Gütenberg, -matbaacı dediler ona ve taklitçilerine-çalışkan elin, sabırlı parmağın ve titiz kalemin yetiştiremeyeceği kadar çoğalttı kelimeleri ve ipini koparan, kelimeler, kelimeleri kelimeler boncuklar gibi dört bir yana dağıldılar. Sokak kapılarımızın altını ve sabun kalıplarının ve yumurta paketlerinin üstünü aç ve çılgın hamam böcekleri gibi kelimeler be yazılar sardılar. Böylece bir zamanlar etle kemik gibi olan söz ile eşya birbirlerine sırt döndüler. Böylece, gece ay ışığında, zaman nedir, diye bize sorulduğunda, hayat nedir, keder nedir, kader nedir, acı nedir diye sorulduğunda, bir zamanlar yüreğimizle bildiğimiz bütün cevapları, imtihan gecesini uykusuz geçiren ezberci öğrenci gibi birbirine karıştırdık."


Sayfa 105:

"Öyle anlaşılıyordu ki, tarih denen kumarı kaybetmiş olan biz sefil mağluplar, en azından bir şey kazandığımıza kendimizi inandırabilmek, bir zafer duygusu tadabilmek için yüzyıllarca birbirimize bomba atacak, Allah, kitap, tarih ve dünya aşkından şeker paketleri, Kuran ciltleri ve vites kutularına yerleştirdiğimiz bombalarla ruhlarımızı ve gövdelerimizi bir iyice havalandıracaktık."

 

Sayfa 108:

“Odanın dışından bir yerden, sarkaçlı bir duvar saati dokuz kere zamanın ve hayatın geçiciliğini hatırlatarak dın dan vurdu.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Benim Adım Kırmızı / Orhan Pamuk

Benim Adım Kırmızı 1591 yılında, İstanbul’un on karlı kış gününde, Atmeydanı, Bayezid, Edirnekapı, Cibali gibi İstanbul merkezlerinde geçe...