Yazar: Orhan
Pamuk
1.
Basım: Ekim 1994
Tür: Roman
Eğitim: Liseyi
Robert Kolej'de bitirdi, İTÜ'de üç yıl mimarlık okudu, 1976'da İstanbul
Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirdi.
Postmodern bir roman… Kitabın kahramanı Osman kendi içsel
yolculuğuna bir kitapla tanışarak ve o kitabı kendisiyle tanıştıran Canan’a
aşık olup bu içsel yolculuğuna iyice kendini vererek kendi bireyselliğini
keşfetmeye çalışır. Sonunun ne olacağı belirsizliği kitabın bütün satırlarında
hissedilir. Zaten otobüs yolculuklarının anlatımlarıyla geçen romanda zaman ve
mekan değişkendir, ne zaman Osman buraya gidip de iklim değişti bile dedirtecek
anlar vardır. Romanın dili akar gider fakat o soyutla somut arasındaki geçişler
sizi zorlamaya başlar. Şimdi bu okuduklarım gerçek miydi düş müydü düşünce
miydi diye aklınızı kurcalar.
Ruhsal, düşünsel yolculuğu zor bir kitap olduğu halde
bırakamıyorsunuz okumayı, devam etmek istiyorsunuz. Kitabın sonunda kitabın ana
karakteri olan Osman’ın bu yolculuğun sonunda nereye ulaştığını da görmek
istiyorsunuz.
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” cümlesiyle
başlıyor kitap ve okuyucuya hemen bu nasıl bir kitap ki insanın okuyunca
hayatını değiştirebiliyor merakını veriyor. Kitabın ana karakteri Osman bir
üniversite öğrencisidir ve Canan sayesinde bir kitapla tanışır, bu arada O’na
aşık olur, birden Canan’la sevgilisinin ortadan kaybolduğunu farkederek kitabın
da sunduğu düşüncelerle bir arayışa, keşfedişe geçer ve bunu otobüs
yolculuklarıyla yapar. Bu yolculuklardan önce Osman kitabı baştan sona sık sık
okur, bir ışık yakalar ve yolculuklarını İstanbul’dan Doğu’ya doğru yapmaya
başlar. Bu yolculuklar esnasında Canan’ı bulur ve yolculuklarına O’nunla devam
eder. Bir gün gittikleri bir kasabada tüm kırık kalpli bayiilerin katıldığı bir
toplantıda bulunurlar. Bunun sonrasında Doktor Narin’le tanışır, O’nun Büyük
bir Kumpas’a karşı nasıl mücadele verdiğini öğrenirler. Babası milletvekili
olan Narin’e doktor lakabı arkadaşları tarafından verilmiştir ve kendisi
avukattır. Dr. Narin eşyaların aralarında fısıldaşıp, aralarında bir ahenk
kurup dünyayı oluşturduğuna ve onların benzersiz olduğuna inanır. Babasının
ölümünden sonra kendisine kalan topraklarla dilediği gibi yaşar ve kasabada
Anadolu’da üretilen malları getirtip sattığı dükkanını açar. O’nun için
insanların temel ihtiyaçlarının insanca karşılandığı o yıllar en güzel ve mutlu
yıllardır. Aslında burada Doğu-Batı sorunsalına değinilmiş, Batılılaşmanın
yarattığı olumsuzluklara dokunulmuş, yaşamın fast- footlaşmasına da türlü marka
adlarıyla (Coco cola, pepsi) karşı konulmaya çalışılmıştır. Doktor Narin ve
O’na bağlı olan tüm kalbi kırık bayiiler bu kitabı yazanların veya onu
okutmayanlara çalışanların insanları Batılılaşmanın yapaylığına ittiğini
düşünmektedirler. Aslında Türkiye’nin modernleşmesine yapılan bir eleştiri
mevcuttur bu satırlarda. Doktor Narin’in oğlu Nahit 3 kızdan sonra dünyaya
gelmiştir ve çok zekidir, dürüsttür, yakışıklıdır, büyüklerine saygı duyar ve
bir gün babasına karşı çıkar çünkü o kitabı okur. Bir daha babasını görmek
istemediğini, kaybolmak istediğini yazar. Doktor Narin bunun Büyük Kumpas
yüzünden olduğunu düşünür. Kasabasına bir çok bayilik gelir, Aygaz, Mis, AEG. O
da bu nesnelerden dükkanına koyar fakat bu nesnelerin yanında atalarının
eşyalarının huzurlarını kaybettiğini düşünür ve yeni nesneleri kaldırır müşteri
kaybetmesine rağmen. Bu eşyalarla birlikte Büyük Kumpas’a karşıdır. Ülkesinden
ve belki İran’dan, Suriye’den, Balkanlar’dan başka hala eşyalara bağlı, mutsuz,
üzgün, eskiyi özleyen bayiler de vardır. Birlikte kırık kalpli bayiler
teşkilatını kurarlar. Doktor Narin bu dostlarından onları gerçek kılan o
eşyalarını, o hakiki şeylerini (ince belli çay bardaklarını, yorganları,
boyazsız sabunları,sarkaçlı saatleri) dükkanlarında, yasaklanırsa evlerinde,
yeraltlarında saklamalarını ister. Tam o sırada oğlu mektubunda “Beni arama,
ben yok oluyorum” diye yazar. Doktor Narin’e göre Büyük Kumpasçılar oğlunu
yazıyla, kitapla ele geçirmiştir çünkü O’nun fikirleriyle, dükkanıyla ve
zevkiyle başedemeyeceklerini anlamışlardır. Oğlunun peşine adamlar taktırıp,
raporlar tutturur ve bu raporlardan onların ruhunu yok etmek, hafızasını silmek
isteyen Büyük Kumpasçılardan emin olur. Doktor Narin’e göre matbaadan çıkan
bütün kitaplar zamanının ve hayatının düşmanıdır. Dr. Narin yapılan toplantıda
Ali (Osman) gibi bir gencin bu toplantıda kazanılmasının da bir şans olmadığını
hisseder. Osman’ın bu toplantıya kararlılıkla ve istekle geldiğini görür.
Oğlunun yerine geçmesini ister. Devletle ilişkileri olduğunu, maddi gücünün
kuvvetli olduğunu söyler. Bu mirası sahipsiz bırakmak istemediğini söyler
Osman’a. Dr. Narin Büyük Kumpas’a karşı başarılı olursa yeni bir devlet
kuracaktır. Doktor Narin’in saat markası adı verip, örgütlediği casuslar
bürokrasisinin adamlarındandır ve onların dört bir koldan Mehmet’i yani Nahit’i
takip etmelerini ister. Bu takiplerden birçok rapor tutulur ve Osman bu
raporların hepsini okur. Bu takipler esnasında Mehmet’in bir kitaba çok
daldığı, yurttan bile çıkmadığı, kendine bakmadığı görülür. Okuduğu kitap
piyasada 150-200 tanedir ve daha sonra gençleri olumsuz etkilediğinden ötürü
savcılık tarafından toplatılmış. Bir gün Mehmet’in Haydarpaşa’daki Devlet
Demiryolları Personel Müdürlüğü’ne gidip oradaki bir emekli memur hakkında
bilgi edinmek istediği ortaya çıkar. Hatta bir akşam Mehmet’in Osman’ın
mahallesine gelip bir evin ikinci kat penceresine baktığını okur. Ertesi gün
ise Rıfkı Amca ile beş dakikalığına buluşur. Bu buluşmadan sonra Mehmet bir
buhrana girer. İkinci kere bir daha buluşurlar. Otururlar, konuşurlar. Mehmet
bu buluşmadan sonra kitabın diğer nüshalarını bulmaya çalışır ve insanlara
dağıtır. Osman bu raporların arasında Erenköy’deki cinayet haberini görür.
Devlet Demiryolları emekli başmüfettişi Rıfkı Hat kurşunlanarak öldürülmüştür.
Dr. Narin’in bir ajanı Rıfkı Hat’ın kitabın yazarı olduğunu belirtir ama yazar
kitabın yazarı olarak adını geçirmez. Hatta kitap toplatıldığı zaman, Rıfkı Hat
buna hiç karşı çıkmaz. Mehmet bu ölüm haberine çok üzülür ve bunalıma girer,
kederini hafifletmenin yolunu otobüslerde bulur. Sadece otobüsle bir yerlere
gider. Bir ajan bir gün trafik kazasında Nahit’in öldüğünü öğrenir. Ceset
tanınmayacak haldedir ama kimliğini görür. Osman belki bir ruh kardeşine
rastlayabilme ümidiyle sayfaları çevirir ve gazete kesiklerinden kitaptan ilham
almış beş kişinin Dr. Narin’in ajanları tarafından öldürüldüğünü anlar. Osman
raporları daha da okumaya devam eder ve öğrendiklerini maddeler. Mehmet, Nahit
olarak hayatının bitmesinden sonra, yeni kimlik edinmiş ve yeni hayata başlamış
fakat ajan ve babası dahil kimse bunu farketmemiştir. Mehmet’i vuranın Seiko
isimli ajan olduğunu düşünür. Seiko Osman’ı Mehmet’le Canan’ın avı olarak
görmüştür. Canan kitapla bir şey yapmak istemiş ve kitabı başkasına vermeye
karar vermişlerdir. Bir kurguyla Osman’a kitabı aldırtıp okutmuşlardır. Bu
raporları okuduktan sonra Dr. Narin Osman’a bir tane silah verir. Canan’ın
odasına gider ve ateşli, olduğunu farkeder. Hala O’nu istemektedir. Ertesi
sabah doktor gelir ve neredeyse zafiyet geçirdiğini kocası olarak bildiği
Osman’a söyler. Ağır ilaçlar verir Canan’a. Kızlardan ve anneden eşine
bakmalarını ister ve beş gün sonra geri döneceğini onlara söyler. Uzun bir süre
bir yerden bir yerlere otobüsle gider, Mehmet’i arar, bayilere uğrar, o kitabı
okumuş ihbarları değerlendirir, o insanların yanına gider, gittikten sonra
gözlemlerini ihbar eden bayilerle paylaşır. En sonunda Osman, Nihat’ı yani
Mehmet’i Osman adıyla Viranbağ kasabasında bulur. O’nunla konuşur, çay içer,
tüm sorularını sorar. Kitabı düzenli olarak el yazması olarak yazdığını ve bunu
isteyen insanlara geçinmek için verdiğini öğrenir. Yine gider, O’nunla konuşur,
tren istasyonuna kendinini bıraktırır fakat arka vagondan iner, Mehmet’i takip
eder, sinemaya girdiğini görüp O da oraya girer ve silahla O’nu öldürür. Sonra
İstanbul’a döner, Canan’a uğrar fakat O’nu hiçbir yerde bulamaz. Zaman geçer,
kendi de mahallesinden bir kızla evlenir, çocuğu olur hatta bir gün Canan’ın da
bir doktorla evlendiğini öğrenir. Çok kitap okur, kendini salmaz. Bir gün Rıfkı
Amca’nın evine gider, karısıyla konuşur ve yaklaşık 33 kitap getirir O’nun
evinden. Tekrar otobüs yolculuklarına başlar fakat tam huzuru bulmuş ve
mutluluğu hissetmişken otobüsün ön koltuğuna oturur, otobüs kaza geçirir, işte
o an, ölmek üzereyken meleği görür. O an hiç mi hiç ölmek istemediğini söyler.
Osman Mehmet’le aynı yollardan geçmiştir ve kitabın sonunda Osman
Mehmet’i Nahit adıyla değil de Osman adıyla bulması aslında belki de kendisini
bulmak olarak anlaşılabilir. Osman kitabı tesadüfen keşfediyor, daha fazla
keşfe yelken açıyor fakat keşfin bir kurgu olduğunu kitabın sonunda hepimiz
anlıyoruz. Burada yaşamın döngüselliği hissettirilmeye çalışılmış. Evet otobüs
yolculukları gibi hayatımızda da bir dolu yollardan geçiyoruz, kazalar
geçiriyoruz ya da geçirmiyoruz, belki de kazalardan tesadüfen kurtuluyoruz ya
da kurtulamayıp ecele teslim oluyoruz. Aslında tıpkı hayat gibi. Bir ölüm kalım
meselesi var. Bazen karakterlerin gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu
düşünüyoruz. Osman’ın Canan’a çok aşık olmasıyla Canan’ın aşık olduğu Mehmet’e
karşı Osman’ın duyduğu nefret tam bir tezatlık teşkil ediyor. Çiftli
kavramların en uçları insanı düşündürtüyor çünkü hepimiz bu gelgitlerde
bulunuyoruz yaşarken. Bir yandan da bu kadar çaba, yolculuk, isteklerimizi ele
geçirme mücadelesi derken olan yine oluyor istesek de istemesek de. Osman da
Canan için çok çabalıyor, uğraşıyor hatta düzenini artık kurabileceği bir yer
buluyor ve hatta Mehmet’i öldürüyor. Rüyasını gerçekleştirmek için herşeyi
yapıyor ama Canan yine O’nun olmuyor, herşey olacağına varıyor. Kadere karşı
bir çıkışın da hiçbir işe yaramadığını aslında üzülerek okuyoruz.
Benim anladıklarım, özümsediklerim, etkilendiğim noktalar şimdilik
bunlarla sınırlı. Bu kitabı okurken kitabın beni neden rahat bırakmadığını
azıcık daha derinlemesine düşününce anlıyorum. Hayatımızı anlatıyor bize,
benliğimizi arayışımızın ne kadar zor olduğunu, o arayışta her anlamın içine
sıkışabilen Aşk’ın ne kadar önemli olduğunu, o Aşk’la kendimizi
bulabildiğimizi, O’nu bulup O’ndan emin olduktan sonra huzurlu mutluluğa
erişebileceğimizi… Zamana zaman da kitabın düşüncelerimi yoklamaya devam
edeceğini düşünüyorum.
Beni etkileyen satırlar:
Sayfa 104:
"Allah'ın üflemesiyle birlikte aleme ruhla birlikte Adem'in
gözü de değdi. O zaman cilasız aynada olduğu gibi değil, alemde oldukları gibi,
evet, tam da çocukların göreceği gibi gördük şeyleri. Gördüğünü adlandıran,
adıyla da gördüğü şeyi bir tutan biz çocuklar o zamanlar ne şendik! O zamanlar
zaman zamandı, kaza kaza, hayat da hayat. Bu mutluluktu ve şeytanı mutsuz etti
ve o da şeytandır, Büyük Kumpas'ı başlattı. Bir adam Büyük Kumpas'ın piyonu,
Gütenberg, -matbaacı dediler ona ve taklitçilerine-çalışkan elin, sabırlı
parmağın ve titiz kalemin yetiştiremeyeceği kadar çoğalttı kelimeleri ve ipini
koparan, kelimeler, kelimeleri kelimeler boncuklar gibi dört bir yana
dağıldılar. Sokak kapılarımızın altını ve sabun kalıplarının ve yumurta
paketlerinin üstünü aç ve çılgın hamam böcekleri gibi kelimeler be
yazılar sardılar. Böylece bir zamanlar etle kemik gibi olan söz ile eşya
birbirlerine sırt döndüler. Böylece, gece ay ışığında, zaman nedir, diye bize
sorulduğunda, hayat nedir, keder nedir, kader nedir, acı nedir diye
sorulduğunda, bir zamanlar yüreğimizle bildiğimiz bütün cevapları, imtihan
gecesini uykusuz geçiren ezberci öğrenci gibi birbirine karıştırdık."
Sayfa 105:
"Öyle anlaşılıyordu ki, tarih denen kumarı kaybetmiş olan biz
sefil mağluplar, en azından bir şey kazandığımıza kendimizi inandırabilmek, bir
zafer duygusu tadabilmek için yüzyıllarca birbirimize bomba atacak, Allah,
kitap, tarih ve dünya aşkından şeker paketleri, Kuran ciltleri ve vites
kutularına yerleştirdiğimiz bombalarla ruhlarımızı ve gövdelerimizi bir iyice
havalandıracaktık."
Sayfa 108:
“Odanın dışından bir yerden, sarkaçlı bir duvar saati dokuz kere
zamanın ve hayatın geçiciliğini hatırlatarak dın dan vurdu.”